Web Analytics
Tae-Joong Yang ile Elīna Garanča Arasında Sıkışıp Kalmak | Can Başkent

Can Başkent

TAE-JOONG YANG İLE ELĪNA GARANČA ARASINDA SIKIŞIP KALMAK

CAN BAŞKENT

Rossini’nin Sevil Berberi’nin ünlü bariton aryası ‘Largo Al Factotum’u en çok Tae-Joong Yang’dan dinlemesini severim. Yang’ın ses renginden tutun da, crescendo’lardaki iniş ve çıkışlarda kullandığı iç titretici vokal tekniklerini ağzım açık dinlerim.

Yang’ı, çalıştığı başlıca operaların birinde dinlerken, unutmadığım sahne hep Largo Al Factotum oluyor. Opera’nın sahnesini anımsayanlar bilir, Berber, sahneye gelmeden önce sesi gelir: Tra la la, tra la la... İçim titredi, hem de derinden titredi.

Elīna Garanča’yı, apayrı ama bir o kadar saygı değer bir operada dinlediğimi sanırken, benzer bir titreme duydum. Yang’ın sevecenliğinin karşısında, bu sefer karşımızda, yırtıcı, vahşi, tuttuğunu koparan gencecik bir soprana vardı ve Bizet’in o muhteşem aryalarını, okumak ne kelime, cerrahi bir işlemle yüreklerimize nakşediyordu adeta.

Ben, Yang’dan Largo Al Factotum’u, Garanča’dan da ‘L'amour est un oiseau rebelle’ ile ‘Les tringles de sistres tintaient’ aryalarını dinlemeyi seviyorum. Garanča’nın ‘Les tringles...’i söylerken çığlıklar atmasını, o çığlıkların arkasındaki vahşi kadınsallığın erotizmini, hadi daha dobra olayım, senfoni orkestrasının çoşkulu, seksi ve kudretli ritmlerini arkasına alarak, endamını bozmadan ritmlerin kudretinin kontrol etmesini merakla ve heyecanla izliyorum. Garanča, aynı aryanın nakaratlarında ‘Tra la la’ları, giderek daha kudretli söylerken, çakılı kalıyorum olduğum yerde. Şef’in, Garanča’nın her notasını, her soluğunu göz ucuyla takip edip, koca orkestranın ona ve sadece ona ayak uydurabilmesi için terlemesini saygıyla, bir o kadar hayranlıkla izler ve dinlerken, Garanča’nın sırrını merak ediyorum. Garanča’nın nakarattaki çığlıklarındaki ağız hareketlerine, kas hareketlerine, Darwinci bir merak ve ilgiyle bakıyor, sanatkarın güzelliğini bir kenara bırakıp, onun insan üstü ses karakterini ve kabiliyetini anlamaya çalışıyorum. Bunu da gemisi Beagle’den Galapagos’u şaşkın bir hayranlıkla seyreden Darwin gibi yapıyor, önümdeki überfrau’yu, femme fatale’i kavramaya çalışıyorum. Hatta ve hatta, Garanča’nın tüm ve bütün kişiliğini ses rengiyle özdeşleştiriyorum. Sakin sakin dalgalarla ve çırpıntılarla, akıntılı bir hayat kulvarından kollarıma gelen bir kadının, sabrının taşıp daha ikinci üçüncü nakaratta hayran olunası güzellikteki çığlıklarıyla, onu sarıp sarmalayan kollarımdan kaçıp gitmesini, giderken de bunu güzelce, o femme fatale’lığına yakışır şekilde ifa etmesini, arkasında orkestranın görkemiyle birlikte, derin derin, sessiz sessiz, tutkulu tutkulu, heyecanlı heyecanlı, anlamaya ve de hissetmeye gayret ediyorum. Garanča’nın konzertmaster’ı olmanın zorluğunu, onu dizginlemeye çalışan kondüktörün ölümle yaşam arasında gidip gelmesini, buna rağmen Garanča’nın durulmamasını, dahası bu çoşkuyu sanatın tüm güzelliklerini ve tutkularını saçarak yapmasını çok seviyorum.

Öte yandan, Yang’ın bariton sesindeki sevecenliği çok ama çok tatlı buluyorum. Şevkatli, şirin bir romantizme bulanmış, sıcacık bir tonla dinliyorum Yang’ı.

Garanča ile Yang arasına sıkışmak da bu değil mi? Tutkuyla şevkat arasında kalakalmak, cazibeyle sukunet arasında bocalamak, heyecanla doygunluk arasında kararsız kalmak bence sözünü ettiğim diyalektiğin, benim bedenimi delip geçen yansımaları bana sorarsanız. Garanča’ya olan bitmek bilmez, biraz inatçı ve ısrarcı bağım da burdan kaynaklanıyor. Sadık okur bilir, ben bir şarkıyı sevdiğim zaman üstüste yetmiş - seksen defa dinlemeyi severim. Ben, bir kahvaltıyı sevince, bıkmadan usanmadan on yıllar boyunca tekrarlamayı severim. Ben, bir sopranoyu sevince, bıkmadan usanmadan onu hem gönlümle hem de gözlerimle dinlemeyi severim.

Kullandığımız tek çerez, anonim ziyaretçi istatistikleri içindir. Bu site hiçbir kişisel veri toplamamaktadır.

The only cookie we use is for visitor analytics. We do not collect any personal information at all.