Web Analytics
Kutuplar Erirken | Can Başkent

Can Başkent

KUTUPLAR ERİRKEN

CAN BAŞKENT

0.

Bir arkadaşınızla keskin bir konu üzerine tartıştığınızı düşünün - mesela, imam-hatiplerin kapatılması. Siz kapatılmasını isterken, arkadaşınızın böyle düşünmediğini varsayalım. Bu tartışmayı izleyen bendenizinse, ikinizin önüne meseleye dair bir bulgu ya da istatistik koyduğumu düşünün - örneğin, imam-hatiplerin sayısıyla doğum kontrolü uygulayan çiftlerin sayısı arasındaki ilişkiyi tarif eden bir istatistik olsun bu. Şimdi beklenen, bu yeni delilin/bulgunun sizinle arkadaşınız arasındaki muhalefeti nispeten dindirmesi gerektiğidir. Nihayetinde yeni bilginin taraflar arasındaki karşıtlığı azaltmasını bekleriz. Fakat, gerçekte hiç de böyle olmaz. Her iki taraf da bu delili kendi tarafına çekmeye çalışır. Söz gelimi, siz bu istatistiğe bakarak dinsel dogmatizmin insanları doğum kontrolünden uzaklaştırdığını iddia edebilirsiniz. Arkadaşınız da imam hatiplerin sayısı arttığında düşük eğitim sınıfından gelen genç kadınların cinselliğe dair daha rahat konuşabildiğini -zira bunun için okula “gönderilmeleri” gerekir ve gönderilebilecekleri tek okul imam-hatiptir ve bu hiç yoktan iyidir (belki)-, bu nedenle de daha geç “evlendiklerini”, dolayısıyla doğum kontrolü kullanma oranın aslında azalmadığını, aksine geciktirildiğini iddia edebilir (1). Netice itibariyle, yeni ve nispeten tarafsız bir delil, iki tarafı birbirine yaklaştırmaz, aksine daha da kutuplaştırır. Bu fenomene de bu nedenle “fikri kutuplaşma” deniyor (2).

1.

Rasyonel hayatı güzel yapan nadir şeylerden biri de bu fenomen. Zira, hemen her manalı tez-antitez çatışmasında fikri kutuplaşmaya yol açacak bir şeyler ortaya çıkıyor. Bunu tersten okumak da mümkün. İhtiyatlı olmak kaydıyla, üzerinde fikri kutuplaşmanın olmadığı, çoğu aklı başında insanın hemfikir olduğu konuların pek de rasyonel olmadığını söyleyebiliriz. Din ve hukuktan tutun da, zorunlu eğitime kadar birçok tez, rasyonellik temelinde değil, başka “şeylere” dayanarak kutuplaşmayı engeller.

Dedim ya, ihtiyatlı olmak lazım: kutuplaşmadığımız her bariz konu irrasyoneldir demiyorum, kalkıp iki kere ikinin üç olmasını istemiyorum. Aksine, tartışmaların çoğalmasının gerektiği mecralarda, şaşılacak bir şekilde tartışmaların çok daraldığını ve güdükleştiğini iddia ediyorum. Bunun ötesinde, fikir önderlerinin ve girişimcilerinin insanların çoğunun fikirlerini bu kadar kolayca yönlendirebilmesinin epey irrasyonel bir iklime yol açtığını söylüyorum.

2.

Elon Musk bu girişimcilerden biri. Musk, kapitalizmin nasıl işlediğinin en berrak örneklerinden biri, burada bunu tartışmaya gerek yok. Tartışılmayan noktalardan biri, Musk’ın fikir önderi olma payesine erişmesi. Bunu da, hallice yazılım bilgisi temelinde yarattığı birkaç başarılı (ve bol paralı) şirkete dayanarak becermesi. Bu payeyi aldıktan sonra öne sürdüğü fikirler tartışma yaratmaktan ziyade tuhaf bir takipçi kitlesi yaratıyor. Trafiği çözmek için tünel kazma önerisinden tutun da, Kaliforniya trafiğine rağmen otomobil üretmeye çalışması, önderlik elde ettiği konulardan birkaçı. Kuşkusuz, trafik sorununu çözmektense, trafikte bekleyen insanların konforunu arttıran, karbon üretmediği için vicdanı kısmen rahatlatan bir çeyrek-çözüm üretmek pek marifet değil - Silikon Vadisi bizi buna alıştırdı. Asıl marifet, bunu gerçekçi bir çözüm olarak satmak, insanları buna ikna etmek - insanların kutuplaşmamasına yol açmadan ikna etmek hatta.

Bu fenomenin aceleci teşhisi Halo Etkisi. Halo etkisi nedensellik ilkesini şaşırmamızı anlatan yanılsamalardan biri. Çok iyi roman yazan, Nobel ödülü kazanan bir romancının dış politika analizlerinin de aynı harikalıkta olacağına inanmak ya da matematiği kuvvetli olan birinin bir tasarım ve mimari mecrasında ilginç yazılar yazabileceğine inanmak bunun örnekleri. Zira, roman yazmak demek diplomasi uzmanı olmak değildir - keşke olabilseydi, ama değildir. Musk’ın da iyi bir programcı ve işadamı olması, onun fütürist bir vizyoner olabileceği anlamına gelmiyor - en azından bunun için işadamlığı dışında bir delilimiz yok.

Ama dediğim gibi, bu aceleci bir teşhis. Zira, karşımızda artık sadece kod yazmayı bilen işadamları değil, dünyanın gidişatını iyi takip edebilen, sıtmayla mücadele için insanlık tarihinin en büyük savaşımlarından birini başlatmış, servetinin neredeyse tamamını toplumsal adalet adına hayır kurumlarına bağışlayan politmatlar var. Böyle bir kurguda Halo etkisi bilişsel bir hata olmaktan çıkıyor.

Bu işimizi epey zorlaştırıyor zira Silikon Vadisi bunu epeydir yapıyor. Alphabet dünyanın en büyük dijital müzesini geliştiriyor, balonlarla tüm dünyaya İnternet bağlantısı dağıtmaya çalışıyor, kimisi de bitkisel burger yapmak için kesenin ağzını açıyor. Buna karşı nasıl mücadele edeceksiniz? Bırakın mücadeleye dair stratejik tartışmaları, böyle bir mücadelenin olması gerektiğine dahi insanları ikna etmek bile mümkün olmuyor.

3.

Musk örneği bu açıdan epey manalı. SpaceX’i müteşebbis NASA’sı olarak parlatmaktan tutun da, dünyanın en kötü trafiğine sahip metropollerinden olan Los Angeles’te trafiğe daha fazla aracın katılmasına vesile olacak Tesla’ya dek birçok örneğin siyasi ve ekonomik doğruluğunu tartışmak dahi abes. Bu abesliğe rağmen, gerek elektrikli otomobiller gerekse uzay turizmi konusunda ekolojik ve sürdürülebilir çözümlerin daha da ihmal ve inkar edilir hale gelmesi şaşırtıcı.

Kimi okurlar elbette gidişatı şaşırtıcı bulmamı şaşırtıcı bulacaktır. Bu benim naifliğim değil. Bunun nedeni, yukarıda değindiğim Halo etkisinin meselenin tek teşhisi olarak görmüyor oluşum. Zira Musk’un yatırımcılarından fanlarına, mühendislerinden takipçilerine sayısız aklı başında adam, Halo etkisine dahil olmadan polymathça bir şekilde meselenin gidişatına hakimken, sorunun kökenlerini göremiyor. Tesla’nın elektriğini yıl boyunca güneş enerjisinden üretebilecek birkaç ülkeden birinde değilseniz, bu elektriğin nükleerden ya da fosilden geleceği çok barizken, SpaceX’in her uçuş ve test esnasında yayacağı akıl almaz karbon miktarı bu kadar aşikarken, meselenin hala bir tekno-devrim olarak atfedilegelmesi kabül edilemez. Tüm bunların üstüne bir de Tesla ve SpaceX’in hayatları boyunca para kazanamamış olmalarını koyun. Sonuç daha da şaşırtıcı: demek ki kapitalizmin kuralları Musk için esnetilebiliyormuş. Mesele sadece Musk’ın şirketlerine açılan devasa krediler ya da Musk’ın kişisel CVsi değil, işin ardında daha yapısal bir mekanizma var.

Bu yapısal mekanizmayı Graeber çok iyi biliyor (3, 4). Meseleyi kapitalizmin temel kavramları üzerinden, Graeber gibi okursak, ortaya çıkan sonuçlar ilginç: Musk nasıl yıllar içinde tek kuruş kazandıramadığı şirketlerinin borcunu ödeyebileceğine bizi ikna edebiliyor? Anlatayım (4):

Eğer, para bir borç takip mekanizması, bir “sana bu kadar borcum var” sembolüyse, bu borçlar ödenince ne olacak?

Graeber’e göre, bu mekanizmanın işleyebilmesi için borçların asla ödenmemesi gerekmektedir. Borç ödenirse, borç ortadan kalkar, borcu sembolize eden para da kıymetini kaybeder ve bir kağıt parçasına dönüşür.

Graeber, İngiliz Merkez Bankası’nın (Bank of England) 1694’te kuruluş öyküsünü bu açmazın bir örneği olarak sunar: “1694’te bir grup İngiliz bankacı krala 1.2 milyon sterlin borç verir. Bunun karşılığında da banknot basma hakkını elde ederler. Bunun pratikteki anlamıysa, bankacıların kraldan alacaklarını parça parça krallıkta yaşayan, kendilerinden kredi almak isteyen ya da kendi bankalarına para yatırmak isteyen herhangi birine verebilecek olmalarıdır. Yani, yarattıkları kraliyet borcunu piyasaya sürmüş ve ‘paralaştırmış’ oldular. Fakat bunun işleyebilmesinin tek yolu, başta krala verilen borcun ödenmemesidir. Günümüze dek hala bu borç ödenmemiştir. Ödenemez. Ödenebilseydi, İngiltere’deki bütün finans sistemi yok olurdu”. Özetle, para borcun, kapanmayan ya da kapatılmak istenmeyen borcun ve kredinin karşılığıdır.

Yanıt açık: Muskist sistemin sürdürülebilmesinin en önemli, belki de tek nedeni, Musk’un bu borcu asla tam olarak ödemeyeceği, aksine bu borcu piyasaya araba ya da roket olarak süreceğidir.

4.

Peki bizim neyimiz eksik? Eğer Muskizm insanları irrasyonel bir fikir birliğine sürüklüyor, kutuplaşamadığımız bir fikir ortaklığı yaratıyorsa, üstüne üstlük bunun ekonomik temellerini de borç ve kredi üzerinden manalı bir şekilde kuruyorsa, tasımızı tarağımızı toplayıp pes mi etmeliyiz? Kapitalizm biçimden biçime giriyorsa, biz neden bu uyumu direnişte gösteremiyoruz? Nispeten tarafsız olduğuna inanageldiğimiz teknolojiyi neden tarafımıza çekemiyoruz?

Muskizmden ilham değil, aksine ders çıkarılması gerektiğini düşünenlerden olduğumu sanırım ziyadesiyle açık ettim. Musk’ın polimatlığının mücadeleyi hak ettiği seviyeye çıkardığını da anlattım - zira artık faşizmden veya devlet sermayesinden cesaret bulan yarım akıllı kapitalistler değil karşımızdakiler. Kaldı ki, geniş anlamıyla, siyaseten doğru kod yazmakla da çözülecek gibi de görünmüyor mesele (5).

Yoksa ne mi olacak? Fikri kutuplar eriyecek, yükselen su seviyesi de tüm ideolojileri yutacak.

Notlar

1. Dikkatli okurun fark edebileceği gibi imam-hatiplerin açık tutulabilmesi için ele gelir bir tez icat etmek beni epey zorladı.

2. Thomas Kelly, “Disagreement, Dogmatism and Belief Polarization”, The Journal of Philosophy, v. 105, s. 611-633, 2008.

3. David Graeber, Debt, 2011.

4. Can Başkent, “Ekonominin yeni temelleri: Bir Graeber okuması”, Birikim, sayı 297, Ocak 2014.

5. Can Başkent, “Sekizinci Yurtta Feminist Kod Yazmak”, Manifold, 16 Aralık 2016.

6. Tesadüfen bu yazı manifold’a gönderilirken Trump Paris anlaşmasından çekilme niyetinde olduğunu açıkladı. Akabinde de Musk danışma kurulundaki görevinden, daha önce de sezdirmiş olduğu gibi, istifa etti. Böylece Silikon Vadisi’nde her şey tekrar siyaseten doğru hale geldi!

Kullandığımız tek çerez, anonim ziyaretçi istatistikleri içindir. Bu site hiçbir kişisel veri toplamamaktadır.

The only cookie we use is for visitor analytics. We do not collect any personal information at all.