Web Analytics
Vicdani Reddin Politikası ve Pratiğine Dair Eleştirel Bir Değini | Can Başkent

Can Başkent

VİCDANİ REDDİN POLİTİKASI VE PRATİĞİNE DAİR ELEŞTİREL BİR DEĞİNİ

CAN BAŞKENT

Vicdani ret üzerine yapılan araştırmaların, harcanan emeklerin ve sarfedilen sözlerin hemen hepsinin hareketi destekleyici bir ezberle hemfikir olması, vicdani red hareketinin politik, düşünsel ve felsefi olarak gelişmesinin önündeki en büyük engellerden biridir. Bu yazıda bu ezberin başlıca bileşenlerini tahlil edecek ve çözüm önerileri sunacağız.

Vicdani ret hareketi (VRH olarak kısaltalım bundan sonra) üzerine yayımlanan çalışmaların sayısında son yıllarda gözle görülür bir artış yaşanmakta (1). İki temel nedenle açıklamak mümkün bu üretkenliği: meseleye dair söz söylemenin, çok şükür, artık düşünce suçu (!!??) olarak değerlendirilmemesi ve araştırmacıların konuyu önceki yıllara nazaran daha da ciddiye alması. Fakat, değindiğim bu çalışmaların çoğunun ortak özelliği dökümanter nitelik taşıması ve yeni stratejiler yahut vicdani reddin kavramsal olarak çektiği sıkıntıları işaret etmekten uzak olmasıdır.

Bu yazıda adım adım ilerleyeceğiz. Vicdani reddi (VR olarak kısaltalım bundan sonra) hem kuramsal hem eylemsel bir saha olarak ele alıp, hareketin Türkiye sosyopolitiğindeki manevralarını aklımızda tutarak, eleştirel bir yaklaşımla harekette gözlenebilecek kimi eksikliklere işaret edeceğiz.

Kavramsal Sıkıntı: Vicdani Ret Nedir?

Vicdani reddin tanımsal sıkıntılarına önceki bir çalışmamda detaylı bir şekilde dikkat çekmiştim (2). Benzer bir şekilde her nasıl tanımlanırsa tanımlansın, politik bir kavramsallık üzerinden işlenen VR tanımının kısıtlayıcı olacağını da kimi formel gereçlerle diğer bir çalışmada göstermiştim (3). Şimdi hafızamızı tazelemek maksadıyla, değindiğim kavramsallaştırmaları kısaca hatırlayalım.

Vicdani reddin akla gelen ilk tanımı metinlerde genellikle şu şekilde verilir.

Tanım 1 Vicdani red, kişinin ahlaki tercih, dini inanç, felsefi görüş ya da politik nedenlerle askeri eğitim ve hizmette bulunmayı, silah taşımayı ve kullanmayı reddetmesidir.

Dikkatli şekilde incelendiğinde görülecektir ki bu tanım VR’nin ayırt edici kimi niteliklerine değinmemektedir. Örneğin vicdani retçileri, kimi asker kaçaklarından ayırt edebilecek her hangi bir kriter Tanım 1’de belirtilmemiştir. Benzer şekilde VR’nin sivil itaatsizlik özelliğine dair bir kıstasa da Tanım 1’de rastlanmamaktadır. Ancak, değinilen bu parametreler VR için elzemdir. Zira VR, bir deklerasyonla meşrulaşıp kendini var etmektedir. Gayet tabii ki işte bu nedenlerle, vicdani retçiler, zorunlu askerlik hizmetine karşı çıkıp hukuki ve kriminal sonuçları göze alarak vicdani retlerini kamusal olarak açıklamakta, vicdani kanaatlerini kendilerine saklamamaktadır. Kavramsal berraklığın Tanım 1‘de mevcut olmaması, söz konusu tanımı yeniden şekillendirme zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Değindiğimiz kaygıları giderebilecek yeni bir tanımı şu şekilde verelim.

Tanım 2 Vicdani red kişinin ahlaki tercih, dini inanç, felsefi görüş ya da politik nedenlerle zorunlu askerlik eğitiminde ve hizmetinde bulunmayı; silah taşımayı ve kullanmayı kamusal bir açıklamayla reddetmesidir.

Yukarıda anılan makalede de değindiğim üzere, bu tanım VR’nin dile getirdiğimiz ve getireceğimiz kimi eleştiriler bağlamında elzem olan niteliklerini açık etmektedir: vicdani reddin anlam kazanabilmesi için, vicdani retçi için askerlik hizmeti zorunlu olmalı ve bu hizmetin reddi kamusal olarak açıklanmalıdır. Bu nedenle, VR diğer bir çok sivil itaatsizlik eyleminin aksine, iki kere suç teşkil etmektedir: ilk suç açıklamayla gerçekleştirilen askerlik görevinden (!!??) sakınarak asker kaçağı ya da yoklama kaçağı olmakken, ikinci suç da açıklamanın kendisinin çoğu durumda düşünce suçu olarak değerlendirilmesidir. Dolayısıyla, bu minvalde VR adi cinayetten bile nitelik olarak daha ciddi bir kriminal pozisyon teşkil etmektedir. Namus cinayetini (!!??) işleme gerekçesini deklare etmek bir suç teşkil etmezken, diğer bir deyişle, namus cinayetini işleyenler gerekçelerini bir yayın organında yayınladığında, açıklamalarının içeriği yüzünden genellikle düşünce suçu kısıtına dair bir kanun nedeniyle ceza almazken, vicdani reddin gerekçesini açıklamak suç teşkil edebilmektedir (4).

Bu aşina analizin önümüze koyduğu kritik noktalardan biri şudur. VR açıklamaları düşünce suçu zeminine çekildiği vakit, cezalandırılan ve kriminilaze edilen düşünce olmakta, askerlik hizmetinden sakınma eylemi, ki sivil itaatsizliğin odağı budur, bir suç olarak dahi konumladırılmamaktadır. Diğer bir ifadeyle, egemen güçler tarafından retçinin askerden kaçamayacağı “gerçeği” bir kez daha sabitlenmekte, kabahat ve suçun ise askerlik karşıtı bir beyanat yapmak olarak şekillendirilmektedir. Tahmin edileceği üzere, bu durum VRH için oldukça riskli ve bir o kadar kontrapolitik bir manevradır. Bu nokta, VR’nin en nihayetinde bir sivil itaatsizlik edimi olarak elinde tutmaya çalıştığı askere gitmeme eylemi vasıtasıyla iradi bir suç işlemeye dayalı politik tavrını minimize etmektedir. Basit bir karşılaştırma, bu minvalde, odak noktamızı açıklamakta yardımcı olacaktır. Örneğin, Türkiye’deki gibi düşünce suçlarının var olmadığı ama vicdani reddin bir legal hak olarak tanınmadığı bir ülkeyi, söz gelimi Finlandiya’yı, ele alalım. Finlandiya’da vicdani retçiler, vicdani ret açıklamaları nedeniyle değil, sadece askerlik görevlerini ifa etmekten sakındıkları için kriminalize edilmektedir (5). Bu elbette, vicdani reddin politik olarak ilerlemesi adına daha elverişli bir sosyopolitik zemin yaratmaktadır. Türkiye’de ise devletin ve yargının değindiğim bu karşı-stratejisi, VR eylemcilerinin ve kuramcılarının üzerinde önemle durması gereken bir noktadır. Vicdani ret, antimilitarist niteliği nedeniyle kriminalize edilmelidir ve hareket de bunu hedeflemelidir (6).

Kısaca değineceğim ikinci nokta, vicdani reddin tanımındaki bulanıklık ve bu bulanıklığın politik minvalde kaçınılmaz ve hatta arzu edilir olmasıdır. Tanım 2’yi göz önüne aldığımız vakit görülecektir ki tüm yüklemlerin (predicate) kapsamları sosyopolitik ve psikopolitik olarak bulanıktır. Örnek vermek gerekirse, vicdani gerekçeler kişiden kişiye çok rahat bir şekilde değişebilir ve benzer şekilde, ahlaki gerekçeler çoğu durumda sosyal zemine sahiptir. Bu serbestinin işaret ettiği ilk husus, vicdani retçiliğin self-dekleratif bir statü olduğudur. Basitçe söylemek gerekirse, her ne kadar benim ahlakıma uymasa da, vicdani reddinin ahlaki gerekçelere dayandığını açıklayan bir retçinin gerekçesini tanımak zorundayım. Bu minvalde, vicdani retçi olmak için çizilen kaba çerçeve dahilinde kalmak şartıyla türlü türlü gerekçeler (dini, politik, ahlaki vb.) öne sürülebilir ve sürülmektedir. Örneğin, Türkiye’de gerçekleştirilen VR açıklamalarına bakıldığında, sufi içerikli vicdani redden anarşist içerikli VR beyanına dek geniş bir çeşitlilik görülebilir (7). Dolayısıyla, görmek mümkündür ki VR tanımlarla kısıtlanması ve netleştirilmesi oldukça güç bir siyaset terimidir. İyimserleşelim. Diğer bir ifadeyle, dini (İslami, Yehova Şahidi), politik (anarşist, sosyalist, liberal), ahlakçı (pasifist, hippi) eğilimleri tek potata eritmesi bağlamında, VR eşsiz bir çeşitlilik; ancak aynı zamanda ortak politik zeminde buluşma anlamında da müthiş bir güçlük sunmaktadır. Değindiğim makalede göstermiş olduğum gibi ne kadar liberal ve esnek bir tanımı benimsersek benimseyelim, VR’nin self-dekleratiflik özelliği sayesinde, benimsenen tanımın geçersiz kılınması sadece zaman meselesidir (8).

Amaçsızlık

Yukarıda değindiğim “tanım sorunsalı”, politik amacın bulanıklığı girdabını da beraberinde getirmektedir. Zira, temel tanımlarında dahi uzlaşmanın güç olması, neyin VR olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği konusunun hareket içerisinde neredeyse bir tabu olması gibi etkenler, hareketin amaçlarının da bu minvalde muğallak olmasını zorunlu kılmaktadır (9).

Bu bulanıklık, bir sosyal hareket olarak değerlendirdiğimiz VR hareketinin sosyal desteğinin zayıflamasına neden olmaktadır. Zira “sen-ben-bizim oğlan” sarmalının dışına adım atıldığında yüzleşilen ilk gerçek soru olan, “Peki o zaman bu hareketin talebi nedir?”, sorusunun yanıtlanmasında, eminim hepimize aşina, bocalamalar yaşanmaktadır. Görünen o ki VR eylemcilerinin önünde temel bir yol ayrımı belirmektedir: ya liberal demokratik bir çizgiye kayılarak, sadece zorunlu askerliğin ilgası hareketin hedefi olarak yeniden-konumlandırılacak, ya da insanları yabancılaştıran bir radikallikte tümel bir şekilde tüm militarist sistemin ilgasının asıl hedef olduğu keskince belirtilecektir.

Bu husus, VR’nin antimilitarizmle ilişkisi konusunda hareketin ve siyasetin kafa karışıklığını ortaya koymaktadır. Zira kimi vicdani retçiler antimilitarist değildir ve VRH’den umulan ve beklenen malum antimilitarist ve savaş karşıtı amaçları paylaşmamaktadır. Kimi vicdani retçiler bencildir, orduya ve askeri hizmete kendileri katılmadıkları takdirde; başkalarının savaşmasından ve başkalarının bu savaşlarda, tarafların gönüllü olduğuna dayanarak belki de, ölmesinden politik olarak rahatsız olmamaktadır. Kimi retçiler ise seçicidir. “Onların” ya da düşmanın ordusunda değil, kendi ordularında savaşmak istemektedirler ve dolayısıyla “onların” ordusuna katılmak istememektedirler. Kimi retçiler dindardır ve de dinin bir savaş gerekçesi olarak insanlık tarihinde işlediği rolü ya yok saymakta ya da kimi heterodoks ama çelişkili argümanlarla savuşturmaktadırlar. Dolayısıyla, dışarıdan bakıldığında ilk göze çarpan nokta, karamsar bir ifadeyle dile getirelim burada, nereye gittiğini bilmeyen ve rüzgarda savrulan, bilinçsiz ve örgütlü olamayan bir hareketliliktir.

Radikal cenahtan bu yazıyı okuyan kimi eylemciler, beni statükocu bürokrasiye davetiye çıkarmak suçlayacaktır. Hatta ve hatta, kimi eylemciler benim sosyal dinamiklerin öngörülebilmezliğini yok saydığımı öne sürecektir. Lafımı sakınmayayım; ben tüm bu eleştirilerin, politik aktivizm tembelliğinin ve ufuksuzluğunun aciz bir gerekçesi olduğunu düşünüyorum. Sosyal bir hareket, istediği değişimi en azından betimleyebilmeli ve de eylemcileri kendi bünyesine katarken, hareketin ne için mücadele ettiğini ortaya koyabilmelidir. İşte tam bu nedenle, Türkiye’de VRH “sen-ben-bizim oğlan” şeytan üçgeninin dışına çıkamamış, bu süreçte bir çok heyecanlı eylemciyi küstürmüş ve zaman içinde hareketin periyodik olarak yıllar süren kış uykusuna yatmıştır.

Peki ne yapmalı? Yukarıda değinilen düşünsel bir çok sorunun elbette ilk çözümü hareketin örgütlenme yönteminin artık içinde bulunduğu sosyopolitik realitelere sırtını dönmemesi olarak öngörülebilir. Politik hareketlerin çoğunda bir ihtiyaç olarak görülen politik program ve toplumsal hedefin net bir şekilde ortaya konabilmesi VRH’nin de elzem bir ihtiyacıdır. Benzer şekilde, politik deneyimsizliğin talihsizlikleriyle gerilememek için de, öyle ya da böyle iki binli yılların popüler siyasi stratejisinin bir gereği olarak belki, diğer muhalif hareketlerle dirsek temasının ve devrimci işbirliğinin yükseltilmesi pragmatik bir zorunluluk olarak belirmektedir. Söylemesi kolay, farkındayım. Ancak, hatırlayalım, VRH kendini diğer bir çok sosyal hareketten ayırabilen metodolojilere sahip: şiddetten arınmış eylemlilikler, eyleyerek öğrenme anlayışı, politik antrenmanlar vs. Dolayısıyla, sözünü ettiğim ve dilediğim politik irade net bir şekilde gösterildiği vakit, VR’nin iç dinamiklerinin çözüm yöntemi sunması oldukça rahat olacaktır - zira VR per se bu dinamiklere sahiptir (10).

Kadın Retçiler

Türkiye’de kadınların askerlik yükümlülüğü bulunmamaktadır. Buna rağmen, kadın retçiler politik bir grup olarak belirmiştir. Kadın retçiler, hatırlanacaktır, kadınların da zorunlu askerlik mükellefi olmaları nedeniyle ilk olarak İsrail’de ortaya çıkmıştır (11). İsrail’deki politik realitenin bir ürünü olan kadın retçiler, neredeyse hiç düşünülmeden Türkiye politik gündemine ithal edilmiş ve işin tuhafı, kadın retçiler koşulsuz olarak benimsenmiş ve desteklenmiştir. Peki buradaki sorun nedir?

Hemen belirtmek istediğim nokta, eleştirimin sekter ve diktatöryal bir sol zihniyeti yansıtmayacağı. “Kadınlara da ne oluyor?”, benzeri bir zihniyeti savunacak değilim. Ancak, kadın retçilerin bu tavırlarının harekete nasıl bir katkı sunacağının açıklanması gerekiyor. Zira aksi takdirde askerlik yükümlülüğü olmayan çocukların, T.C. vatandaşı olmayanların ve hatta evcil hayvanların da vicdani reddi gündeme girebilir.

Ancak, askerlik yükümlülüğü olmayan her sosyopolitik grubu aynı kefeye koymamak gerekiyor. Örneğin erkek eşcinseller, insanllık onurunu çiğneyen kimi prosedürlerden geçerek, askerlikten temelli muaf olabilmektedirler. Fakat, erkek eşcinsellerin askerlikten muafiyetini reddetmelerini öngören politik tavır, kadınların askerlikten muafiyetleri zemininde gerçekleştirilen vicdani redden nitelik anlamında fersah fersah uzaktır (12). Zira, eşcinsel erkeklerin vicdani reddi, antimilitarist olduğu kadar antihomofobik bir tavırdır. Kadınların vicdani reddini ise feminist gözlükle okuduğumuzda ortaya tuhaf bir durum çıkıyor. Yoksa kadınlar da askerlik mükellefi mi olmak istiyorlar? (13) Bu tutum, hele ki antimilitarist vicdani ret hareketinin içinden gelince gerçekten çok şaşırtıcı oluyor. Elbette ki tanım olarak, vicdani retçi olmanın önkoşulu içinde yaşanan toplumda ya da retçi adayının tabi bulunduğu yasal sistemde zorunlu askerliğin mevcut olması ve sözü edilen bireyin o kanunlar nezdinde askerlik hizmeti mükellefi olmasıdır. Türkiye’de kadın antimilitaristlerin vicdani retlerini açıklamaları her şeyden önce vicdani ret tanımına uymamaktadır. Dolayısıyla, her ne kadar vicdani reddin self-dekleratifliği, eylemcilere engin bir serbesti tanısa da, askerlik hizmetinin muhatabı olmayanların vicdani retçi olmalarına politik hoşgörü göstermek, en basit tabirle, elmayla armudu karıştırmaktır.

Kadın retçiler fenomeninin diğer bir politik ötelemesiyse, karşı cenahın yöntemlerine başvurulmuş olmasıdır. Zira kadın retçilerin takip ettiği metodoloji, açık bir şekilde, militarist/Kemalist kimi kadın gruplarınınkiyle denktir (14). Zira kadınlar nasıl gönüllü olduklarında dahi askere alınamıyorsa, benzer bir şekilde, vicdani red tanımının kimi şartlarını yerine getirseler dahi vicdani retçi olamazlar. Bu sadece, aceleci ve düşüncesiz bir gündem sapması değil, vicdani reddin muhatabı olan bireylerin başlarından geçebilecek olak mahpus azabına karşı da bir saygısızlıktır (15).

Argümanımın hassas bir hukuki noktası var. Bu hukuki nokta Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın askerliği düzenleyen maddesiyle, Askerlik Kanunu’nun arasındaki kesişim ve içsel ayrımsama üzerinden oluşmuştur. Anayasanın askerlik hizmetini düzenleyen sözünü ettiğim 72. maddesi şöyledir.

Anayasa’nın 72. Maddesi Vatan hizmeti, her Türkün hakkı ve ödevidir. Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir.

Kimi liberal yorumcular, bu maddenin iki temel özelliğine dikkat çekmektedir (16). Birincisi, madde cinsiyet ayrımı yapmamaktadır. Dolayısıyla, kadınların da vatan hizmeti hakkı ve görevi bulunmaktadır. İkinci olarak da, anayasa vatan hizmetinin illa ki Türk Silahlı Kuvvetleri’nde yerine getirileceğini ön görmemektedir. Malumdur, hepimize aşina olan 1927‘den beri yürürlülükte olan 1111 sayılı Askerlik Kanunu’nun ilk maddesi bu bulanıklığı kapatmaktadır.

1111 Sayılı Askerlik Kanunu Madde 1 Türkiye Cumhuriyeti tebaası olan her erkek, işbu kanun mucibince askerlik yapmağa mecburdur.

Dolayısıyla, kadın retçiler, retlerini anayasaya göre yapmakta, gerekli kanunun düzenlemesini tanımamakta ve bu minvalde, benim aklımın erdiği kadarıyla, kadınların askerlikten muaf olmalarını da tanımıyor görünmektedir (17). Elbette, bu cesaret takdire şayan bir tutumdur. Ama değindiğim gibi, gerek militarist sosyolojinin temel kavramlarından olan cesaret idesini ve liberal kadın hakları ideolojisinin taleplerinden olan orduda eşitlik gibi bütünüyle anti-antimilitarist bir çaba ve taleple ortaya çıkmaları, kadın retçilerin politik tutarlığını ve politik doğruluğunu bütünüyle sorgulanabilir kılmaktadır.

Kadın retçilik tavrının politik bir faydadan ziyade kör bir kavram karmaşası getireceğini düşünüyorum. Dolayısıyla, nasıl VR hareketi içinde yer alanların vicdani retçi olması gerekmiyorsa, kadın retçilerin de böyle bir açıklamayla kategorik sapma olan politik tavırlarını “fasulyeden” öne çıkarmalarına gerek yoktur.

Bu sorunsalın çözümü, İsrail - Filistin topraklarında ortaya çıkan “gerçek” kadın retçilerle samimi bir dayanışma ortaya koymaktan geçmektedir.

Bireysel Tavır - Toplumsal Politika Çelişkisi

Şimdiye değindiğim noktalar, VR politikalarına yönelik diğer bir önemli yaklaşıma dair ipuçları sunmaktadır. Bir sivil itaatsizlik eylemi olarak da değerlendirilebilecek olan VR, sivil itaatsizliğin ötelediği bireysellik - toplumsallık gerilimini bünyesinde bilfiil taşımaktadır.

Ancak, unutulmamalıdır ki VR edimlerinin bireysel ve hatta kişisel manası, hareketin toplumsallaşmasını bir ölçüde engellemektedir. Zira, kişisel motivasyonların toplumsal zeminde politik bir motivasyona dönüşebilmesi güçtür. Her hangi bir vicdani retçinin, eyleminin motivasyonu olarak açıkladığı fikrin ve zikrin, topluma zuhur edip, empatik bir şekilde, politik bir kaygı yaratması zordur (18). Endişelenmeye gerek yok, bu sivil itaatsizlik edimlerinin temel bileşenlerinden biridir (19).

Fakat, unutulmamalıdır ki hareketin bilhassa tanımındaki bulanıklık vicdani retçilerin sayısını artırmaktadır. Ama hareketin çekirdeğindeki eylemci sayısının artabilir olması, hiç bir şekilde hareketin toplumsallaşabileceği anlamına gelmemektedir. Bu ikilem, neredeyse sadece VR hareketine özgü çelişkelerden biridir. Çünkü, vicdani retçilerin, retleriyle kendilerin dışlamaları ve ötekileştirmeleri söz konusu olabilmektedir. Bu durumun politik risklerine dikkar çekecek değilim, ama yine de kimi çözüm önerilerini sıralayalım.

Akla gelen en temel çözüm önerisi, vicdani retçilerin eylemlerini ahlaki çerçeveden sıyırmaları ve soyutlamalarıdır (20). Böylelikle, vicdani retçiler hem artık kendilerini “güzel ahlaklı” insanlar olarak yüceltme zorunluluğuna sahip olmayacak, hem de askerliklerini yapmak zorunda kalmış “ahlaksız” ama benzer fikirli insanların harekete angaje olmaları daha kolay olacaktır. Haliyle, hem bir aktivist stratejisi olarak, hem de politik doğruluk adına, vicdani reddin “vicdan” boyutunun vurgulanmasından vaz geçilmelidir (21). Aksi takdirde, içinde yaşadığımız vicdansızlardan müteşekkil toplumu, VRH’nin değiştirme ve dönüştürme şansı pek olamayacaktır.

Uluslararası Dayanışma

Türkiye’deki VRH’nin detaylı tarihçesi incelendiğinde, kavramın bu topraklarda nispeten ithal olduğu sonucuna varılabilir. Bu durum, VRH’nin bir çok dahili sorununu uluslararası dayanışmayla çözmeye gayret etmesine yol açmıştır. Fakat, Avrupa’daki VRH göz önüne alındığında, ithal fikirlerin Türkiye sosyopolitik zemininde uygulanmasında yaşanan zorluklar ve Avrupa’daki hareketin, her ne kadar günümüzde söz konusu olmasa da, geçmişteki yoğun etkinliği dayanışmanın tek taraflı olmasına neden olmuştur (22). Bunun sonucu olarak da, VRH, ret açıklamaları dışındaki eylemliliklerinin büyük çoğunu bilgilendirme ve propaganda eylemi olarak gerçekleştirmek zorunda kalmıştır. Toplumun son yıllarda medya ilgisi çekebilen tutsak retçiler sayesinde kazandığı kulak dolgunluğu, şükürler olsun, artık enformasyon sürecinin nihayete erdiğini müjdelemektedir. Ancak, yine de VR hareketinin toplumsal temelleri düşünüldüğünde kimi sorunlar belirebilmektedir. Zira, Avrupa’da barış hareketinin bir uzantısı olarak yoğun antimilitarist kaygılarla gelişen ve büyüyen VR hareketi, bu topraklarda benzer bir şekilde gelişememiştir. Örneğin, barış hareketinin önemli bileşenlerinden biri olan şiddettsiz politik antrenmanlar (nonviolent training), Türkiye zemininde olduğu gibi ithal edildiğinde, deneyimler göstermiştir ki, işlememekte ve çoğu zaman ters tepki oluşturmaktadır. Dolayısıyla, uluslararası dayanışmanın önemli sac ayaklarından biri verimli bir şekilde işleyememektedir. Benzer şekilde, bu topraklarda bir dönem sıklıkla gerçekleştirilen uluslararası vicdani ret toplantı ve etkinlikleri, harekete beklenen ivmeyi sağlayamamıştır (23).

Uluslararası dayanışma tutsak vicdani retçilerin duruşmaları söz konusu olduğundaysa, nispeten verimli bir şekilde işleyebilmektedir. Hatırlanacaktır, yıllar önce çok daha yoğun olarak vuku bulan vicdani retçi davalarına izleyici olarak katılanlar arasında azımsanamayacak oranda yurtdışından gelen delegasyonlar bulunmaktaydı. İnsan hakları örgütlerinin durumu raporlaması ve Avrupa Parlementosu üyelerinin de güncel gelişmeleri kimi uluslararası kurumlara taşımaları harekete uluslararası meşruiyet getirmede önemli katkılar sunmuştur (24). Bu desteği karamsar ve olumsuz bir tonla sunmamın kimi nedenleri var. Öncelikle, hareketin içinde bulunduğu toplumdan trajik bir şekilde kopuk olduğunu göstermesi açısından bu nokta bence oldukça önemlidir. Zira bu nokta, hareketin toplumsallaşma gayesindeki samimiyeti sorgulaması açısından gözden kaçırılmaması gereken bir nirengi olarak belirmektedir.

Uluslararası dayanışma söz konusu olduğunda, Türkiye’deki VRH’nin, nispeten iyi niyetli de olsa, bir aktivizm emperyalizminden muzdarip olduğu görülecektir. Gerek yöntembilgisel tutumlar (şiddetsizlik sorunsalı gibi), gerekse politikanın temellerindeki kimi ayrımsallıklar (liberal politikalara eklemlenmiş Avrupa Yeşil hareketinin verdiği rahatsızlık) başlıca sorunlar olarak belirmektedir. Dahası, uluslararası dayanışmanın genellikle tek yönlü olması, politik bir aktivizm emperyalizmi rahatsızlığı yaratmakta, eşitlik ve adalet minvalinde, VR hareketinde kimi dengesizlikler ve topluma ulaşmada kimi zorluklar yaratabilmektedir. Dahası, femonen, psiko-politik olarak incelendiğinde, Avrupa’daki VRH, Türkiye’deki VRH eylemcileri üzerinde bir yılgınlık ve bezginlik yaratabilmektedir. Zira, Avrupa’da yapılabilecek politik aktivizmin genişliği ve “çılgınlığı”, bir çok yüksek riskli eylem sonrası eylemcilerin neredeyse hiç ceza almaması ve kovuşturmaya uğramamaları gibi bir çok nokta, Türkiye’deki durumla mukayese bile edilememektedir (25).

İvedi ilk çözüm önerisi, Türkiye’deki VRH’nin kendi dinamiklerini oluşturmada ve bunlardan yararlanmada daha aktif ve hevesli olması ve böylelikle uluslararası dayanışmanın daha paylaşımcı bir şekilde tesis edilmesi olarak sıralanabilir.

Çözüm Önerisi Noksanlığı

Vicdani ret hareketinin kulaklarını inatla tıkadığı en önemli husus, sosyal zeminde kabul görecek bir programının olmaması ve bunun devamı olarak bir çözüm önerisi sunamamasıdır. “Amaçsızlık” bölümcesinde benzer kaygılarla dile getirdik. Ancak, VRH’nin propagandası düşünüldüğünde, dillere pelesenk olmanın ötesine geçememiş olan “militarist sistemin lağvı” şiarı, pragmatik manada gerçekçi bulunmamaktadır. Öte yandan, devrimci tandanslı hareketlere aşina olanlar için bu nokta bir sorun kaynağı olarak görünmeyebilir ilk bakışta (26). Zira, “militarist sistemin lağvı”, “proleterya devrimi” gibidir, hadi deyince olacak bir şey değildir; strateji ve mücadele gerektirmektedir.

Militarist sistemin lağvı derecesin varmadan, VRH’nin kimi belli amaçlarını gözden geçirelim. Hareketin tahmin edilen ilk amacı zorunlu askerlik hizmetinin kaldırılmasıdır. Bu hukuki bir taleptir ve talebin muhatabı hem Genelkurmay hem de TBMM’dir.

Ancak, gelin görün ki VRH içerisinde geniş bir zeminde, vicdani ret hakkının yasal olarak tanınmasını istemek hala sorunludur. Hareketin çekirdeğinde bulunan anarşist ve antimilitarist gruplar, bu konuya, per se bir şüpheyle yaklaşmakta; kimi liberal ve liberter kanatlarsa, bunu, her şeye rağmen bir kazanım olarak görebilme hevesi göstermektedir. Dolayısıyla, VR denildiğinde akla ilk gelen husus olan zorunlu askerliğin kaldırılmasında bile, hareket, düşünsel idman eksikliği ve buna bağlı bir çok internal nedenden dolayı, yekpare bir tavır göstermekten yoksun görünmektedir. Yasal bir hak olarak vicdani reddin tanınmasını için mücadele vermek ciddi bir sorunsaldır. Bu konuya, pragmatik politikaya değineceğimiz sonraki bölümcede değineceğiz.

Öte yandan, VR hareketi, muhatabının Türkiye politik sahnesinin kadim ve meşhur bir aktörü olan TSK olması sebebiyle, tepkisine ve yorumuna oldukça sık ve ivedi ihtiyaç duyulan bir oluşumdur, ya da en azından bu özellikleri taşıyan bir oluşumu olmalıdır. Ancak, eh yine çoğumuzun malumu, işler böyle yürümemektedir. Son yıllarda, militarizmle ve zorunlu askerlik hizmetiyle birebir ilişkisi bulunan, söz gelimi, gece yarısı muhtırası, ilkokullarda okunan ‘andımız’, namus cinayetleri, yabancı düşmanlığı, göçmen sorunu, anadil karmaşası gibi konularda, VRH, bırakın bütünsel ve tutarlı bir tavır takınmayı, gündem soğumadan politik refleks vermeyi becerememiştir. Sosyopolitik maksatlar bir yana, beher her meselede, ayrı bir propaganda fırsatı elden kaçırılmıştır.

Muhakkak ki VR hareketinin çözüm önerisi noksanlığı, bilhassa Türkiye tarihinin son yirmi beş yılına damgasını vuran Kürt sorununda da bangır bangır kendini belli etmektedir. Toplumun çözüm önerisi geliştirme meselesinde, aşırı iyimser olursak, merakla ağzının içine baktığı VRH ele gelir bir çözüm üretememiştir. Bu elbette, hareketin kitleselleşmesini engellemiştir. Zira, Kürt sorunsalı çerçevesinde, aslında hareketin cevap veremediği sorun “haklı savaş - haksız savaş” ayrımıdır. Es geçmeyelim, elbette hareketin bu konuya dair net ve sert bir duruşu mevcut. Vicdani ret hareketi gerekçesi ne olursa olsun, tüm savaşlara koşulsuz karşı çıkar ve bu karşıtlık VR’nin tanımından kaynaklanır. Ancak, bu coğrafyanın içinde yaşayınca elbette, bu argüman sökmüyor. Dili, kültürü, benliği elinden alınan ve tüm bu tesadüfi özellikleri nedeniyle işkenceler çeken bir topluma bu argümanlarla gittiğinizde alacağınız ilk yanıt genelde “Hassiktir!” oluyor.

Burjuva VR sempatizanları, argümanımızın burasında hemen hatırlatacaktır. Meşhur St. Petersburg şiddetsiz direnişi, İkinci Dünya Savaşı’ndaki Prag ve Kopenhag kentlerinin Nazi ordularına direnişi gibi zaruri ve stratejik şiddetten arınmış direnişler, örnek olarak Kürt halkının ve diğer hemen hemen tüm ezilen halkların burnuna sokulacaktır. Es geçilmemesi gereken ilk nokta, yukarıda da çıtlattım, bu direnişlerin zaruri ve stratejik olarak şiddetten arınmış bir yöntemi benimsemiş olmalarıdır. Bu direnişler zaruri olarak şiddetten arınmıştı zira, kentlerin ya yeterli silahı yoktu ya da karşılarındaki devasa orduların teçhizatıyla ve insan gücüyle inatlaşacak “iman dolu göğüsleri” ve onlara “savaşmayı değil ölmeyi” emredecek komutanları yoktu. İkincisi, tarafların bu derece dengesiz olduğu askeri durumlarda kimi zaman stratejik olarak, şiddetsiz direniş diplomatik ve militarist manada daha verimli ve kolay olabilmektedir. Dünya tarihinden hassasiyetle seçilen bu bir iki örnek de, maalesef, bu istisnai koşullardan biridir. Zira, militarist tarih yazımıyla aşık atma niyetiyle VR hareketini destekleyecek örnek bulma sevdası, şüphesiz militarist tarihçilerin ezici bir zaferiyle sonuçlanacaktır. Lafı daha uzatmayalım; ancak Kürt sorununu, bu makale çerçevesinde sadece siyasi hedef noksanlığı minvalinde değerlendirmekle yetinmeyeceğiz; sonraki bölümce, kısa da olsa, bu noktaya başka bir perspektiften temas edecek.

Pragmatik Politika - Devrimci Politika

Vicdani reddin yasal olarak tanınmasını talep etme açmazı, VRH’nin de muzdarip olduğu pragmatik politika - devrimci politika geriliminin, bu yazı çerçevesinde, akla gelen ilk örneklerinden biridir. Bu bölümde, andığım örnekten başlayarak, VRH’nin politik zeminde kendini nasıl geliştirmesi gerektiğine dair kimi meditasyonlar sunacağız.

Vicdani ret hareketi, bana göre antimilitarist bir eylem alanıdır ve bu minvalde antimilitarizmin amaçlarını paylaşmalıdır. Bu amaçlardan belki de ilki, militarist sistemin lağvıdır. Elbette bu iddialı amaç yerine, hareketin geliştiği bir çok ülkede pragmatik ve politik zorluklar nedeniyle, birincil amaç genelde zorunlu askerliğin lağvı olarak addedilmiştir. Fakat, gelin görün ki bu amaç öyle ya da böyle kazanıldığında, VRH ister istemez sönümlemiş ve antimilitarist amaç ve hedeflerden uzaklaşmıştır. Bu VRH’nin ufuğunda beliren en birincil tehditlerden biridir ve İngiltere, Almanya, İspanya bu gerilemenin yaşandığı ülkelerden bir kaçıdır. Bu noktanın bizi doğal olarak getirdiği ayrım, VRH’nin eylemliliklerinin pratik odaklı mı yoksa devrimci odaklı mı olması gerektiğidir. Fakat, uluslararası dayanışma hareketinden de ders almamız gerektiği gibi, VRH’nin ne kadar hayalperest olması gerektiğinin zayıfça da olsa belirlenmesi, kararlaştırılması gerekmektedir. Bu nokta, hareketin ne kadar devrimci olacağının nirengi noktası olarak da belirginleşecektir.

Fakat, görülmelidir ki pragmatik VRH’nin yürütülmesi, sanıldığı kadar kolay olmayacaktır. Pragmatik yaklaşım, reaktif, güncele dair sözü olan, devrimci politikanın küçümsediği bir çok gündelik politikayı ciddiye alan bir saha olarak belirecektir. Acil gündemlere dahi reaksiyon vermede geciken VRH, pragmatik kaygılara sahip olduğunda, neredeyse hiç bir şeye yetişemeyecektir (27).

Bu zorluğu, gündeme dair bir iki hususu hatırlayarak görebiliriz. Zira, Kürt sorunsalı ele alındığında, konuya dair belki de ilk çözüm üretmesi gereken ilk sosyal politikalardan biri olan VR hareketi, sorununa dair ciddiye alınabilir bir öneri getirememiştir. Bunun önemli nedenlerinden biri, Kürt sorununun gangrenleştiği dönemlerde, VR aktivistlerinin çoğunun anarşist tandanslı olması ve maalesef anarşist hareketin Kürt sorununa getirdiği ayakları yere basmayan önerilerin VR hareketine de zuhur etmesidir (28). Feodalizm açmazından çıkmakta güçlük çeken bir toplumsal sınıfa tarımsal komün önerisi getirmek en kibar dille bile ahmaklık olarak nitelendirilecektir; zira bu öneri ciddiye bile alınamamıştır. Dolayısıyla, VRH zeminindeki devrimci politikalar, karamsarlaşmamak elde değil, fiyaskoyla sonuçlanmıştır.

Pragmatik VR akımının global manada belki de en dikkate değer önerisi, sanılacağının aksine sadece profesyonel ya da gönüllü ordu değil, silahsız kuvvetlerdir (29). Dolayısıyla, pragmatik bir anlayışı benimseyen VR gruplarının silahsız savunma kuvvetleri noktasına savrulmaları ve bu minvalde de toplumsal şiddetin minimize edilmesi ve organize ordunun lağvı zeminlerinde inandırıcılıklarını muhafaza edemeyeceklerdir.

Sonuç

Yeni toplumsal hareketlerden olan VR hareketi, elbette çok çetin bir yolu kendine izlek edinmiştir. Bu zorluklar, sadece “Her Türk’ün asker doğması” fenomenine indirgenmemelidir. Zira, gerek VRH’nin iç dinamiklerindeki bir çok sorun ve zorluk, gerekse hareketin içinde var olduğu toplumun içler acısı iktisadi buhranları, hareketin gelişimi önünde katlanılamaz engeller sunmaktadır.

Karamsarlığı iyi günlere saklayalım. VRH enerjik eylemcilerden oluşan tabanı, son yıllarda üzerine akademik araştırmalar yapmaya başlayan araştırmacılarla ve sosyopolitik parkurda neredeyse ahlaki ve fikri bir zorunluluk olarak belirmesinin avantajını kullanacaktır. Benim bu yazıdaki tek gayem, bu silkinme periyodunda harekete kimi ilhamlar verebilmektir.

Teşekkür Bu makalenin temelini oluşturan kimi çalışmalar Institute for Anarchist Studies tarafından desteklenmiştir.

Dipnotlar

1 Özellikle “Çarklardaki Kum: Vicdani Ret” (İletişim Yayınları) ve “Türkiye’de İfade Özgürlüğü” (bgst Yayınları) ile Birikim’in kapak dosyasını vicdani redde ayrıldığı sayısını örnek verebiliriz. 
2 C. Başkent, “Bir Öz-İfade Olarak Vicdani Ret”. “Türkiye’de İfade Özgürlüğü” (bgst Yayınları, 2009) derlemesi içinde ve www.canbaskent.net adresinde.
3 C. Başkent, “Conscientious Objection as a Human Right: A Formal Approach”, www.canbaskent.net, yayınlanmamış çalışma.
4 Her ne kadar bu makalenin kapsamında olmasa da, vicdani reddin üçüncül bir kriminal niteliği, vicdani ret eyleminin kendini tekrarlayan bir nitelikte olması ve her seferinde aynı suçtan ötürü retçilerin cezalandırılmasıdır. ‘Sivil Ölüm‘ olarak da nitelenen bu durum, kimi uluslararası hukuk literatüründe ‘arbitrary detention’ olarak da adlandırılmaktadır. Bu fenomenin temel insan haklarına aykırı olması nedeniyle, Osman Murat ‘Ossi’ Ülke, bir kaç yıl önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi aracılığıyla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden bini mahkeme masrafları karşılığı olmak üzere 11 Bin Avro tazminat kazanmıştır.
5 War Resisters’ International websitesinde www.wri-irg.org Finlandiya’daki VRH hakkında kapsamlı bilgi bulunabilir.
6 Haliyle, yazmaya her ne kadar elim gitmese de, mahkemelerden çıkan tutuksuz yargılama ya da beraat kararları da bir zafer değil, hareketi yok saymaya ve minimize etmeye yönelik bir çaba olarak okunmalıdır. Vicdani retçinin tek amacı, bu hakkı gayrıresmi olarak sadece kendisi için değil, tüm retçiler ve toplumdaki tüm retçi adayları için kazanılmasını sağlamak olmalıdır.
7 İnan Mayıs Aru, örneğin, 27 Eylül 2008’de yaptığı VR açıklamasına besmeleyle başlamıştır.
8 İnce kuramsal anekdotları dipnotlarda işleme geleneğinden şaşmayalım. Vicdani ret, bu cümlede ifade ettiğim şekliyle, doğruluk statüsü zaman içinde değişebilen bir yüklemdir. Bu, modal mantığın bir dalı olan temporal mantıkla (zamansal kipler mantığıyla) daha detaylı olarak analiz edilebilir. Önceki bir çalışmamda sadece yüklemler mantığı kullanarak, temel mantık düzleminde yürütmeye çalıştığım analizi, dolayısıyla, bu şekilde rahatlıkla genişletmek, gereken özeni göstermek kaydıyla elbette, mümkündür. Bu projeyi burada yürütmeyelim ve genç araştırmacıları heveslendirmekle yetinelim bu satırlarda.
9 Burada değinmekte yarar var. Vicdani retçilerin en büyük uluslararası organizasyonu War Resisters’ International (Savaş Direnişçileri Enternasyonali, kısaca WRI) gerekçesi ne olursa olsun, tüm retçileri eş bir netlikte kucaklamakta ve desteklemektedir. İsrail’in seçici retçilerinden (refuznik), Güney Kore’nin Yehova Şahidi retçilerine, askerlik hizmetini açıkça reddeden ve savaşı insanlığa karşı bir suç olarak gören her vicdani retçi, WRI’nin koşulsuz desteğini görmektedir.
10 Hareket içinde uzun tartışmalara yol açan şiddetsizlik (non-violence) tabirini burada, her ne kadar nispeten yanlış bir çeviri olsa da, daha da benimsenmiş hali olan ‘şiddetten arınmışlık’ öbeğiyle karşılamayı uygun buldum.
11 C. Başkent, “İsrail - Filistin ve Vicdani Ret”, www.canbaskent.net
12 Erkek eşcinsellerin vicdani reddi dendiğinde akla hemen Mehmet Tarhan geliyor. Mehmet, vicdani ret açıklamasında bu konuya değinmişti: "Eşcinsel olmam nedeniyle "hak" olarak sunulan çürük raporunu ise militer düzenin kendi çürüklüğü olarak algılıyorum". Tarhan sürecini anlatan kapsamlı bir makale için: C. Başkent, ‘’Türkiye’de [Mehmet Tarhan’ın] Vicdani Red[di]’’, www.canbaskent.net
13 Zorunlu askerliğin olmadığı batılı ülkelerde, askerlik mesleğine alınmayan erkek eşcinsellerin hak mücadelesi vermesi elbette kayda değer antihomofobik bir politik gündemdir. Ancak, bu tavır elbette ki antimilitarist bir eylem değildir.
14 Ayvalık’ta Kemalist bir grup kadının bir kaç yıl önce askerlik şubesine gönüllü askerlik başvurusu yapmaları sanıyorum artık klasikleşmiş bir örnektir.
15 Ancak, askerliğini yapmış olanların vicdani retlerini açıklamaları, kadın retçiler fenomenine benzer şekilde analiz edilemez. Zira, her ne kadar askerlik hizmetini gerçekleştirmiş olsalar da, yasaların çizdiği çerçeve dahilinde bilinmektedir ki, askerlik hizmeti kışladan tezkere alındıktan sonra da düzenli yoklamalar yaptırarak ve seferberlik halinde tekrar birliğe dönme ihtimali varlığına sahip olarak devam eder. Dolayısıyla, askerliğini yapmış bireylerin vicdani reddi bu bağlamda, sözü edilen militarist edimlerden iradi bir sakınmayı ve muhtemel hukuki ve askeri yaptırımları göze almayı gerektirmektedir. Dahası, çok kereler, askerliklerini yapmış bireylerin açıklamaları ‘‘pişmanlık açıklaması’’ olarak da ele alınabilmektedir. Bu, şüphesiz duygusal tandanslı bir politik tavırdır ve dışlanmamalıdır.
16 AKP’nin kapatılma davasındaki raporuyla dikkat çeken Anayasa Mahkemesi raportörü ve akademisyen Osman Can’ın bu konudaki makaleleri önemle incelenmelidir.
17 İşin tuhafı, kişisel olarak tanıdığım bir çok kadın retçinin böyle bir hevesi, amacı, kaygısı ve tutumu bulunmamakta; ancak kategorik olarak dahil oldukları bu sosyopolitik hareketin yukarıda sıraladığım düşünsel ötelemeleri dahilinde, değindiğim türde bir izlenim yaratmaktadırlar.
18 Toplumsal empati ve vicdani retçilerin mahkum edildiği sivil ölüm üzerine kısa bir makale için: C. Başkent, “Toplumsal Empati ve Sivil Ölüm”, www.canbaskent.net
19 Kamu Vicdanına Çağrı: Sivil İtaatsizlik (ed., çev. Yakup Coşar), Ayrıntı Yayınları, 1997.
20 Vicdani reddin ahlaki değil de, kendiliğinden doğru kimi mantıksal ilkelere dayanması gerektiğini savunduğum bir makale için: C. Başkent, “Ahlakçı Serseriler”, www.canbaskent.net
21 Bu sorunsalın dilsel olduğunu düşünüyorum. Zira, vicdani red tabirinin diğer dillerdeki karşılıklarına bakmak bu gözlemimi tanıtlamakta. İngilizce ve Fransızca’da, sırasıyla “conscientious objection” ve “objection de conscience”; Almanca’da ise “Kriegsdienstverweigerung” olarak geçen vicdani ret sözü; ilk iki dilde Latince kökenli olarak vicdan anlamına gelmekteyken, Almancada ise savaş hizmeti itirazı anlamına gelmektedir.
22 C. Başkent, “Uluslararası Vicdani Ret Hareketi”, www.canbaskent.net
23 Örneğin, oldukça eski bir antimilitarist buluşmayla ilgili detaylı bir rapor için: C. Başkent ve B. Aytaç “Türkiye'de Antimilitarizm ve Feminizm: Pratik ve İdeoloji”, www.canbaskent.net
24 Uluslararası destekle ilgili bir çok bilgi notu ve haber, vicdani ret hareketinin temsilcisi niteliğindeki web sitesi www.savaskarsitlari.org ‘da bulunabilir.
25 Yine de mukayese etmek isteyenler için: C. Başkent ve B. Aytaç, “NATO’yu Nasıl Bloke Ettik?” ve C. Başkent, Yavuz Atan, “Türkiye'de Vicdani Ret Hareketi Kültürü Örneği Olarak ‘Militurizm’ ”, www.canbaskent.net
26 VRH’nin devrimci boyutuna ilerleyen paragraflarda değineceğiz.
27 Hareket’n sivil hizmete dair söylemlerinin tatmin edici olmaması da bu minvalde değerlendirilebilir. Zira, kimi durumlarda, VRH, sivil hizmet taraftarlarından kendin ayrıştırmakta ve tabiri caizse sivil hizmet taraftarlarını desteklememektedir.
28 Bağımsız tarım komünleri gibi önerileri yıllar önce Apolitika dergisinde yayınlanmıştır.29 WRI Yayınları’ndan çıkan bir kitap, bu konuda detaylı bir analiz sunmaktadır: www.wri-irg.org

Kullandığımız tek çerez, anonim ziyaretçi istatistikleri içindir. Bu site hiçbir kişisel veri toplamamaktadır.

The only cookie we use is for visitor analytics. We do not collect any personal information at all.