Web Analytics
İkisi Sana On Beşe Olur | Can Başkent

Can Başkent

İKİSİ SANA ON BEŞE OLUR!

CAN BAŞKENT

0.

Ed Sheeran’ın Glastonbury performansını geçen haziran ayında televizyondan canlı izledim. Enerjik, eğlenceli bir çocuk anlaşılan. Akustik gitar ve loop pedal ile tatlı mı tatlı bir sahne sundu. Glastonbury’ye ne kadar uydu uymadı bilemem, zira bu tip tartışmaları sıkıcı buluyorum.

Sıkıcı bulmadığım konu iste yaz başından beri Sheeran’ın şarkılarının, Saoirse Ronan hanımefendinin de oynadığı kliplerinin sağda solda kulağıma çalınmasının yarattığı ekonomik güç. Madem bu delikanlının son albümünün neredeyse her şarkısı Billboard’da kendine yer buluyor, en başarılı İrlandalı genç aktristi kliplerinde oynatabiliyor, o halde neden bu şarkıların getirisi -beher şarkı için- azalmıyor? Neden şarkılar dinlendikçe, popülerleştikçe ucuzlamıyor? Nihayetinde, Sheeran şarkıları truffle mantarı değil. Arzının ucu bucağı yok. Arz sınırsızken, fiyat talebe göre neden değişmiyor öyleyse?

Antikalaşmış ekonomik doğmaların dijital ekonomi tarafından nasıl sarsılacağı, ya da sarsılması gerektiği, düşünüldüğünde akla gelen ilk örnek bu: dijital ekonomide arz sınırsızdır (1). Bu nedenle, hatta kesinkes bu nedenle, dijital kapitalizm farklıdır. Ama bu fark, fiyat/para politikasında bir yenilik yaratmaz. Meşhur arz/talep dengesi ve benzeri zırvalar, dijital ürünlerin ekonomisinde geçersizken, bu dijital ürünler sanki proto-kapitalizmde yaşıyormuşuzcasına fiyatlandırılır. O halde sormamak elde değil: Neden popüler yazılımlar, şarkılar, filmler ucuzlamaz? Neden kimsenin ilgilenmediği filmler, şarkılar ucuzlar?

Neden dijital çağda, dijital metaların fiyatlandırılması tüketici lehine olmaz? Neden tek alternatif bu nedenle “korsan” olagelir?

1.

Bu yazıda, belki biraz da cahilce bir şekilde, şeylerin fiyatının satış miktarıyla ters orantılı olması gerektiğini iddia edeceğim. Ama sonra da bu “radikal” fikrimi yumuşatacağım - bari az ya da çok satıyor diye dijital şeylerin fiyatını değiştirmeyin deyip küçük bir deneyi anlatacağım.

Kuşkusuz, kapitalizmin, yani sermaye biriktirmenin en önemli denklemi bu: popülerlik arttıkça fiyatın azalması sermaye birikiminin önünde büyük bir engel olurdu. Dinlendikçe şarkılarının fiyatı azalmasaydı, Sheeran, Ronan’ı klibinde oynatamazdı. TCP’nin mucidi Google’ın İnternet Evanjelisti olamazdı. Kapitalizmin bu cürretinin altında hep aynı denklem var: arz-talep dengesi ve bunun fiyat belirlemede oynadığı rol ve bu denklemin de sermaye birikimi lehine kurulmuş olması. Haliyle, kapitalizme karşı geliştirilecek, sermaye birikimine değil de başka ilkelere öncelik veren alternatiflerin de bu dengeye dair söyleyecek sözü olması gerekir. Dijital ekonomi de işte bu alternatiflerin deney yapabilmesi için uygun, ucuz ve nisbeten kolay bir ortam.

Bu yazıda söz konusu ilahi sorunun yanıtını verecek değilim. Ancak Propaganda Yayınları’nda bu konuda yaptığımız bir deneyi, uygulamaya koyduğumuz bir prensibi anlatacağım.

Biz Propaganda’da e-kitap fiyatlaması yaparken dosyaların satış rakamlarını göz ardı ediyoruz. Bu nedenle, az satan da çok satan da aynı fiyata satılıyor. İki grup fiyatlandırmamız var: telif kitaplar ve derleme kitaplar. Sayfa sayısı, yazarın namı ne olursa olsun, her kitabın ederi kategorisi içinde sabit (2).

Bu deneyin ardında teknopolitik kimi nüveler var. Bir, az satan e-kitapları tüketip bitirmek gibi bir çabamız yok - zira depoda falan yer kaplamıyor bunlar. İki, kitapların sayfa sayısı ve uzunluğu da bizim için maliyete yansıyacak kadar pek bir fark yaratmıyor. Uzun ve kısa kitap arasındaki bizim için tek fark bunlara harcanan editöryal zaman ve emek. Bunu da okura yansıtmıyoruz - işin bir parçası bu nihayetinde. Kaldı ki sayfa sayısına bağlı olarak dijital dosya büyüklüğünde var olabilecek farklılıkların bu devirde pek bir manası yok: bir e-kitap ha 300KB olmuş ha 900KB, okur için pek bir sorun olmuyor bu. Üç, çok satan kitapları daha da sattırıp biran önce bitirip yeni baskısını yapmak gibi bir mesele de söz konusu değil. Yazar gözden geçirilmiş yeni edisyon sunmadıkça, e-kitabın kaç “baskı” yaptığı manasız bir soru. Sonuçta, stok eritme, kağıt - nakliye masrafının olmaması, telifin (en azından bizde) baskı/edisyon üzerinden değil satış rakamı üzerinden ödenmesi, arkaik kapitalist fiyat politikasını bizim için çok saçma bir hale getiriyor. Hangi bahaneyle çok satanın fiyatını arttırabileceğiz bu koşullar altında?

Bu deneyi sadece e-kitap alanında değil, dijital müzik alanında da yapmak mümkün. Zira şarkıların fiyatını belirlemede, şarkıyı kaydederken kullanılan enstrüman sayısını ya da kopan gitar tellerini ciddiye almayı düşünmek pek manalı değil. Davula fazla sert vuruyor diye kimi grupların şarkıları daha pahalı mı olmalı? Haliyle, biraz uzun yazdı diye kitabın fiyatını arttırıp yazarı zengin etmek bize manalı gelmiyor (3). Nasıl sınırlı sayıda plak basmaya özenerek sınırlı sayıda mp3 satmak da saçma sapan bir fikirse.

Dolayısıyla, dijital sanat ürünlerinin fiyatlarını belirlemede satış rakamının manasız olduğunda anlaşmış olmalıyız: ha e-kitap, ha şarkı dosyası, ha film, çok satanın fiyatı yüksek olmamalı. Demek ki, çok satan dijital dosyaların fiyatını arttıran (ya da az satanı fiyatını düşüren) her zihniyet tüketici (ve dolayısıyla sanat ve sanatçı) aleyhtarıdır.

Amerika’yı tekrar keşfettin, demeyin. Burada önemli bir detay var: dijital ekonomi, fiyat farklılaştırmanın bahanesi olarak kullanılan gerekçeleri bir çırpıda silip atıyor. Kağıt - nakliye masrafı falan, bunun güzel bir örneği.

O halde, neden başka başka sektörlerde de bu bahaneleri silip atmıyoruz? Örneğin, bankalar neden kredi kart ekstrelerini dijital almak isteyenlere indirim sunmuyor da, kağıt isteyenlerden fazla para almaya başlıyor? Kaldı ki daha birkaç sene öncesine kadar kağıt ekstre almak için ilave para ödemek gerekmezdi. Denklem gitgide neden bizim aleyhimize kuruluyor?

Neden dijital para birimleri, ICO’ler “bir çırpıda zengin olmak”-kapitalizmine dönüşüyor? Soruları arttırmak mümkün, burada duralım.

2.

Devrimcilik denen hobimize dair güzel bir ders çıkıyor buradan. Demek ki, “dünyayı değiştirecek“ diye heveslendiğimiz hemen her yenilik, eninde sonunda kapitalizmin bir aracı haline geliyormuş. Demek ki, teknolojinin nötrlüğünü kendi menfaatine çevirme becerisinde kapitalizmin hala yanına yaklaşamıyormuşuz. Demek ki, yeni bir dağıtımlı ağ protokolu geliştirmekle, kriptografiyle kapitalizm yıkılamayacakmış.

Bir yerde yanlış yapıyoruz, ama nerede?

Notlar

1. Bitcoin’i anlamak için de bu nokta önemli. Nihayetinde Bitcoin arzı sınırsız değil, 21 milyonuncu BitCoin bilmem kaç yıl sonra üretilince, en azından yatırımcılar için, işler değişecek.

2. Detaya inmek gerekirse, sayfa sayısı sınırını 700 sayfada çiziyoruz. 700 sayfaya dek olan her kitabın fiyatı kategorisinde aynı - zira bize göre 750 sayfalık bir kitap iki kitap sayılır. Keza, derleme kitapların fiyatları da kendi grubunda sabit. Ancak, özgün kitapların fiyatı derlemelerden birazcık (1-2 lira kadar) daha pahalı.

3. Madem detaya girdik, meseleyi biraz daha eşeleyelim. Fiyat politikasının ardında iki başat avantaj var: dijital dosya ve sadece kurgusal olmayan (non-fiction) kitaplar yayınlamak. Dijital dosya kitabın kağıt ve nakliye gibi önemli kalemlerini eşitliyor. Ayrıca, roman ve öykünün aksine, kurgusal olmayan kitapların birkaç cilt olarak yayınlanmıyor - gerekirse ‘tuğla kitap’ olarak yayınlanıyor ama 4 ciltlik İnce Memed’e dönüşmüyorlar. Haliyle sadece kurgusal-olmayan kitaplarla ilgiliyseniz, bunlar arasında entelektüel emeğe dayalı fiyat farklılandırması, kağıt ve nakliye gibi giderler normalize edilip eşitlendiğinde, adil olmuyor. Hatta, bir teorem olarak şunu söylemek de mümkün: Fiziksel giderler ekitap teknolojisi sonrasında normalize edildiğinde, eşitlikçi ve denk olmayan her fiyatlandırma politikası adaletsizdir.

Kullandığımız tek çerez, anonim ziyaretçi istatistikleri içindir. Bu site hiçbir kişisel veri toplamamaktadır.

The only cookie we use is for visitor analytics. We do not collect any personal information at all.